Hazal Filmi: Bir Köyün Gölgesinde İktidarın, Cinsiyetin ve Toplumsal Düzenin İzleri
Bir siyaset bilimci için sinema, yalnızca bir sanat dalı değil; toplumsal düzenin aynası, iktidarın görünmeyen yüzüdür. Türkan Şoray’ın başrolünde yer aldığı Hazal filmi, bu açıdan bir laboratuvar gibidir. 1979 yılında Sinop’un Gerze ilçesi ile çevresindeki köylerde çekilen film, Anadolu’nun taşrasında kadın, güç ve toplum arasındaki çatışmayı siyasal bir arka planla sunar. Peki, bu pastoral atmosferin altında nasıl bir politik yapı gizlidir?
Toplumun Hücreleri: Köy, Aile ve Devlet
Filmde köy, yalnızca bir mekân değildir; bir mikro-devlettir. Aile reisleri, din adamları ve köy ağaları, kendi küçük iktidar alanlarını kurar. Bu düzen, Max Weber’in otorite tipolojilerini hatırlatır: karizmatik, geleneksel ve yasal-ussal iktidar türleri, köyün gündelik hayatında iç içe geçmiştir. Hazal karakteri, bu yapının merkezine düşen bir yabancıdır — kadın olmanın, direnişin ve sessiz adaletin sembolü.
Siyaset biliminin sorusu şudur: İktidar her zaman erkek midir? Köydeki erkek karakterler, gücü stratejik ve araçsal bir şekilde kullanırken, Hazal’ın tepkisi sessiz ama sistem bozucudur. Onun direnişi, bir tür demokratik eylemliliktir; sözü olmayan bir yurttaşın, sessizliğini politik bir duruşa dönüştürmesidir.
İdeolojinin İncelikleri: Namus, Din ve Kadın Bedeni
Hazal filmi, erkek egemen ideolojinin en güçlü aracını; namus kavramını masaya yatırır. Kadın bedeni, toplumsal düzenin korunması adına bir ideolojik araç haline gelir. Bu durum, Louis Althusser’in “ideolojik devlet aygıtları” kavramıyla örtüşür. Din, gelenek, evlilik gibi kurumlar; bireyi itaate yönlendirirken, Hazal’ın trajedisi bu aygıtların görünmez baskısını görünür kılar.
Bir an durup sormalı: Hazal gerçekten mi kurban, yoksa sistemin çarklarını görünür kılan bir devrimci midir? Onun hikâyesi, sadece bir köy kadınının kaderi değil, vatandaşlığın cinsiyetli doğasının sorgusudur. Erkek egemen düzenin “yurttaş”ı, kadını dışarıda bırakarak mı inşa edilmiştir?
Erkek Stratejisi, Kadın Katılımı
Erkek karakterler, iktidarı koruma refleksiyle hareket eder; kadın karakterler ise toplumsal etkileşimle var olur. Bu, siyasal kültürün iki yüzünü temsil eder. Erkek egemen siyaset, güç merkezlidir; kadın bakışı ise ortak yaşamı, empatiyi ve dayanışmayı öne çıkarır. Bu nedenle Hazal’ın hikayesi, kadınsı siyaset biçimlerinin erken bir temsili gibidir. O, sandık başında değil, sessiz direnişiyle demokrasiye katkı sunar.
Filmin köy atmosferi, bugünün modern devlet yapısına ayna tutar. Merkezden uzak, ama merkezle aynı baskı mekanizmalarını yeniden üreten bu küçük toplum, birey ile kurum arasındaki güç dengesizliğini kristalize eder. Siyaset bilimi açısından bakıldığında, Hazal’ın sessizliği bile bir politik eylemdir.
Kurumlar, İktidar ve Direnişin Estetiği
Hazal’daki imam, ağa, köy muhtarı gibi figürler, modern devletin yerel yansımalarıdır. Kurumlar, bireyin yaşamını düzenlerken aynı zamanda onu kuşatır. Bu düzenin içinde kadınların konumu, yurttaşlığın sınırlarını belirler. Hazal’ın direnişi, bu sınırların ihlaliyle başlar. Kadın bedeni üzerindeki tahakküme karşı çıkan Hazal, aslında devletin görünmeyen ideolojik kalesine saldırır.
Peki, modern Türkiye’de hâlâ aynı güç ilişkileri sürüyor mu? Köy yerinden kent meydanına, patriyarkal düzen sadece biçim mi değiştiriyor? Hazal, bu soruların cevabını bize fısıldayan, zamansız bir siyasal metindir.
Sonuç: Hazal Bir Film Değil, Bir Siyasal Metindir
Hazal’ın çekildiği Sinop’un köyleri, Anadolu’nun sessiz laboratuvarıdır. Burada kadın bedeni, erkek iktidarı ve toplumsal düzen, siyaset biliminin tüm temel kavramlarını sahneler. Film, bireyin ideolojiyle olan ilişkisini, vatandaşlığın cinsiyetli doğasını ve direnişin estetiğini anlatır. Bu yüzden Hazal, yalnızca sinema tarihi açısından değil; siyaset bilimi için de incelenmesi gereken bir metindir.
Hazal’ın hikâyesi bize şunu hatırlatır: Güç, her zaman devlet binasında değil; bazen küçük bir köy evinin karanlık odasında yeniden üretilir.